Muhammed Bâkibillah
Evliyânın büyüklerinden. 1563 (H. 971) senesinde Kâbil’de doğdu. İnsanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisidir. İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin hocasıdır. Babasının ismi Abdüsselâm olup, fazîletli bir zât idi. Annesi ise hazret-i Hüseyin’in soyundan olup, seyyide ve mübârek bir hanım idi.
Muhammed Bâkî-billah’ın büyüklük hâli daha çocukluk zamanlarında sîmâsından belli olurdu. Yüksek bir zât olacağının işâretleri ve büyük faydalara sebep olacağının alâmetleri, işlerinden, çalışmalarından ve gayretinden anlaşılırdı. Daha çocukluk zamanlarında, bâzan bütün gün odanın bir köşesinde başını önüne eğip sessizce oturur, tefekküre dalardı. Gençliğinde, ilim tahsili için Kâbil’den Semerkand’a gidip aklî ve naklî ilimleri, zamânının en büyük âlimlerinden olan Mevlânâ Sâdık-ı Hulvânî’den öğrendi. Yüksek yaratılışı ve kâbiliyetiyle kısa zamanda, hocasının talebeleri arasında en yüksek seviyeye ulaştı.
Zâhirî ilimleri öğrenip yetiştikten sonra, tasavvufa, yönelerek bâtınî yâni kalp ilimlerini öğrenmek için, bu yolun büyük âlimlerinin sohbetlerine ve derslerine devâm etti. Zekâsının ve kâbiliyetinin üstünlüğü ile, ilimlerde yüksek bir dereceye ulaştı. Muhammed Bâkî-billah’ın, zâhirî ilimleri tahsil ettiği gençlik yıllarında, Nakşibendiyye yoluna karşı büyük bir muhabbeti vardı. Kendisini bu yolda yetiştirecek bir büyük arıyor, onun derslerinden ve sohbetlerinden feyz alıp faydalanmak istiyordu. Bu büyüklerin bulunduğu Mâverâünnehr’e giderek birçoğu ile görüşüp tanıştı. Sohbetlerinde bulunarak feyz aldı.
Tasavvufa karşı duyduğu aşırı istek ve arzu ile bir büyüğe tâbi olmak için dolaştı. İlk önce Hâce Ubeydullah hazretlerine daha sonra Semerkand’da bulunan Yeseviyye yolu ileri gelenlerinden İftihâr-ı Şeyh’e talebe oldu. Bir müddet sonra da Emir Abdullah Belhî’nin sohbetinde bulundu. Bir gece rüyâsında Şâh-ı Nakşibend Buhârî hazretlerinin huzûrunda tövbe ettiğini görüp tasavvufa karşı olan istek ve arzusu iyice fazlalaştı. Bir ara Keşmir’e gidip Baba Vâlî’nin sohbetine devâm etti. Baba Vâlî’nin vefâtından sonra bir hoca aramaya başladı.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri Mâverâünnehr şehirlerinden birine giderken, bir gece rüyâsında Mevlânâ Hâcegî İmkenegî hazretleri ona; “Ey oğul! Senin yolunu gözlüyordum” buyurdu. Mevlânâ Hâcegî İmkenegî’nin huzûruna kavuşup, çok yardım ve ihsânlar gördü. Hocası onun yüksek hâllerini dinledikten sonra, üç gün üç gece birlikte yalnız bir odada sohbet ettiler. Hâcegî İmkenegî hazretleri, Muhammed Bâkî-billah’ı kısa zamanda tasavvufta yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturdu.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri, hocası Muhammed İmkenegî’nin sohbetinde yetişip icâzet aldıktan sonra, onun emriyle Hindistan’a gidip, bir sene Lâhor’da kaldı. Oradaki âlimler ve fâdıllar sohbetine gelip, istifâde ettiler. Sonra Delhi’ye gidip, vefâtına kadar orada kalarak, insanlara doğru yolu anlattı. İki-üç sene gibi kısa bir müddet irşâd makâmında bulunmasına rağmen, pekçok âlim ve evliyâ yetiştirdi. Yetiştirdiği büyüklerin başında, kendisinden sonra hâlifesi olan, hicrî ikinci bin yılının müceddidi, İslâm âlimlerinin gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî gelir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri yetişip kemâle gelince, Muhammed Bâkî-billah rahmetullahi aleyh bütün talebesinin yetiştirilmesini ona bıraktı. Bunlar arasında Hâce Ubeydullah ve Hâce Muhammed Abdullah adındaki oğulları da vardı.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri, kırk yaşında iken, 1603 (H.1012) yılında Delhi’de vefât etti. Türbesi, Kutabrol denilen yerde bulunmaktadır. Etrâfı ağaç ve çiçeklerle süslü olan kabrini ziyâret edenler, bereket ve şifâ bulmaktadırlar.
Muhammed Bâkî-billâh hazretleri, dâimâ hâllerini gizlerdi. Çok tevâzu sâhibiydi. Suâl soranlara zarûret miktarınca, kısa cevap verirdi. Müslümanlara çok yardım eder, iyi işlerinde onlara faydalı olmaktan aslâ kaçınmazdı. Âlimlere ve büyüklere aşırı hürmetleri vardı.
Bir gün adamın birisi ona karşı haddini bilmeden edepsizlik yapıp, bağırıp çağırmaya başladı. O kimseye acıyıp yüzünden terini sildi ve birkaç altını da ona hediye etti. Adam sâkinleşti. Bu hâli görenler: “İşte o zaman yeryüzünde melek sıfatlı bir insan bulunduğunu gözümüzle gördük” demişlerdir.
Bir kadının üç-dört yaşındaki çocuğu yüksek bir yerden düşüp kulaklarından kan gelmişti. Zor nefes alıyordu. Annesi şaşkın bir hâlde çocuğunu Bâkî-billah hazretlerinin huzûruna getirip durumu anlatınca, bir tıp kitabı isteyip; “Anlıyorum ki bu çocuk ölmeyecek.” buyurdu. Orada bulunanlar, hayretler içinde kalıp netîceyi beklediler. Biraz sonra onun duâsı bereketiyle çocuğun eskisi gibi sağlam hâle geldiğini gördüler.
Bir gün talebelerinden birinin bir yorgana ihtiyâcı oldu. Hatırından hocasından istemeyi düşündü. Daha o istemeden; “Falan dervişe ve yorgana ihtiyâcı olanlara yorgan veriniz.” buyurdu.
Bâkî-Billâh hazretleri bir gün Yahûdîlerin tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu. Oradakiler onu görünce hayran hayran bakıp; “Bu nasıl bir insandır ki onu görünce Allah’ı hatırladık.” dediler.
Yemek pişirenin abdestli, hattâ huzur ve safâ sâhibi olmasını, yemek pişirirken çarşı, pazar, dünyâ kelâmı konuşulmamasını söylerdi. “Huzur ve ihtiyat sâhibi olmayanın yemeklerinden bir duman çıkar ki, feyz kapısını kapatır ve feyzin gelmesine vesîle olan temiz ruhlar, kalp aynasının karşısında durmaz.” buyurmuştur.
Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin mektuplarından kırk bir tânesi, Zübdet-ül-Makâmât kitâbının sonuna ilâve edilmiştir. Mektuplarından altıncısını Şeyh Tâceddîn’e göndermiştir. Bu mektubunda buyuruyor ki:
“Devamlı abdestli bulunmak; helâl yemeye dikkat etmek, bütün günahlardan, gıybetten, söz taşıyıcılıktan, mümini aşağılamaktan, Müslümana düşman olmaktan, kin tutmaktan, eli altında olanlara kızmaktan ve sert davranmaktan sakınmak lâzımdır. Bizim yolumuzun esâsı budur. Bunlarsız iş sağlam olmaz. Ama bu sayılanlarda arada bir gevşeklik olursa, bu işi, yâni büyüklerin verdiği vazîfeleri ve o yolun îcâblarını terk etmemeli, aksine tövbe ve istigfâr etmeli, aldığı ve yapmakta olduğu vazîfelere daha sıkı sarılmalıdır ki; “Muhakkak ki sevaplar, günahları götürür” meâlindeki âyet-i kerîmesinin sırrı ortaya çıksın. Doğru yolda bulunanlara selâm olsun!”
Muhammed Bâkî-billah hazretleri buyurdular ki:
Kalbinde mârifet-i ilâhî isteği olmayanla sohbet etme, arkadaşlık yapma. İlmini; mevkî, makâm ve övünmek için vesîle eden âlimlerden, aslandan kaçar gibi kaçın.
Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ, yemekten ve içmekten münezzehtir.
Müslümanlık; yapmak, yaşamak, ahkâm-ı ilâhiyeyi yerine getirmek demektir.
Muhammed Bâki-billah hazretlerinin hayâtı, menkıbeleri ve kerâmetleri Berekât, Hadarât-ül-Kuds ve Külliyat-ı Bâki-billâh kitaplarında uzun anlatılmaktadır.
Eserleri:
1) Külliyât-ı Bâkî-billah: Bir kitap hâlinde toplanmıştır.
2) Mektupları: Berekât kitabı içinde yer almaktadır.
3) Rubâ’iyyât: Bu eserini İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Şerh-i Rubâ’iyyât adıyla şerh etmiştir.