Söz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve mi’racın Hz. Peygamber “uyku ile uyanıklık arasında” bir durumdayken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i Harâm’da bulduğunu belirten ifadeler dolayısıyla (Buhârî’deki rivayetlerin birinin sonunda [“Tevhîd”, 37; Taberî, XV, 5] “Peygamber uyandı ki Mescid-i Harâm’dadır” denilmektedir) bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku bulunan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren tartışmalar yapılmıştır (mesela bk. Taberî, XV, 5; İbn Kesir, V, 40-41). Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki mi’racdan bahsedildiği de olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu mi’racı Hz. Peygamber’in hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Miracın uykudayken veya uyanıkken ruhen vuku bulduğunu söyleyenler olmuştur. Doğru olsa bile bu iddia miraç mucizesinin değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. âyetinde mi’rac olayı kastedilerek “sana gösterdiğimiz rüya …” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir (mesela bk. Taberî, XV , 110; İbn Âşûr, XV , 146). Ayrıca Hz. İbrâhim de oğlu İsmâil’i kurban etme emrini rüyasında almıştı (Sâffât 37/102).
Ancak, mi’rac Hz. Peygamber’in tamamen mucizevi bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları içinde açıklamanın gerekli olamadığı muhakkaktır. Taberî’ye göre Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü ifade buyurduğuna göre “Peygamber sadece ruhuyla mi’raca çıkmıştır” diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur (XV, 26).
Âyette (İsra, 1) Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek kılındığı bildirilmektedir. Çünkü burası İbrahimî geleneğinin merkezi olup burada Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya pek çok Peygamber gelmiş geçmiş; çoğu burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir.
Buhârî’nin naklettiği rivayetlerde Hz. Peygamber’in önce göklere çıkarıldığı, sonra Kudüs’e getirildiği bildirilirken, önce Kudüs’e getirildiğini ifade eden rivayetler de vardır (bk. Taberî, XV, 3-5). Konumuz olan âyette isrâ anlatılırken açıkca “Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya uğradığı görüşünü teyit etmektedir. Öte yandan Muhammed Hamîdullah, âyette geçen “en uzak mescid” anlamına gelen Mescid-i Aksâ’nın Kudüs’teki mescid olamayacağını, bunun “semavi bir mescid” olması gerektiğini savunan görüşü tercih eder. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de Filistin’den “en yakın yer” diye söz edilmektedir (Rûm 30/3). Şu halde “en uzak mescid” (el-Mescidü’l aksâ) Kudüs’te olamamalıdır. Öte yandan Kudüs’te eski mabed (Süleyman mabedi) İslâmiyet’ten çok önce ortadan kaldırılmış, şimdiki Mescid-i Aksâ ise henüz yapılmamıştı (a.g.e., I, 107-108). Bununla birlikte müfessirlerin tamamına yakını bunun Kudüs’teki Süleyman Mabedi olduğunda müttefiktirler. Bu görüşe katılan İbn Âşûr, âyette Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti tarafından eski mabedin yeniden inşa edileceğine bir işaret bulunduğu kanaatindedir(XV, 8,18). Nitekim Müslümanlar hicri 66-73 yılları arasında bugünkü Mescid-i Aksâ’yı inşa etmişlerdir.
Âyette Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek kılındığı bildirilmektedir. Çünkü burası İbrahimî geleneğinin merkezi olup burada Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya pek çok Peygamber gelmiş geçmiş; çoğu burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Nihayet Peygamber efendimizin mucizevi bir şekilde buraya getirilmesi ve daha sonra bir süre buranın Müslümanlar tarafından kıble kabul edilmesi de Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek bir mekan oluşunun başka bir ifadesidir.
Kaynak: Kur’ân Yolu – Türkçe Meal ve Tefsir, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadreddin Gümüş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2003, s. 402-405.